Üç yıl

Çok yavan bulduğum bir söylem; “Aşkın ömrü üç yıl”. İstediği kadar bilimsel istatistiklere dayansın, kabul etmiyorum. Bilime başkaldırıyorum, evet.

Genellemeyiniz efendim

Ben o genellemenin içine dâhil değilim. Zaten en sevmediğim şeylerden biridir genele dâhil edilmek. Bence kimse de edilmemeli. Herkes biricik diye kendimizi yırtıyoruz senelerdir.

Klişelerin insanı mı olmak istiyorsunuz gerçekten?

Efendim, aşkın ömrü üç yıl falan değildir. Bakarsanız, ihtimam gösterirseniz, karşınızdakine ilk karşılaştığınız zamanlardaki gibi özen gösterip, bugün kaybedebilecekmiş gibi üzerine titrerseniz, o da size aynı şekilde karşılık verir. Aşkınızı böyle klişe cümlelere kurban edip etmeyeceğiniz size bağlı yani. Birisi öyle dedi diye işin kolayına kaçıp “Aman ne yaparsan yapayım zaten en fazla üç yıl sürecek” diyerek kendinizi sıyıramazsınız. Sıyırmamalısınız. İnsanın âşık olabileceği biriyle karşılaşması bu kadar zorken bu hediyeyi bozuk para gibi harcayamazsınız. Herkes aklını başına alsın.

Başka bir klişe olan “Alışkanlığa dönüyor” cümlesinin arkasına da saklanamazsınız. Yukarıda yazdığım gibi davranırsanız dönmez. Ben bunu yaşıyorsam ve bu kaç üç yıldır sürüyorsa demek ki benim söylediklerim ve hissettiklerim de gerçeklere dayanıyor. Sizi her aradığında aynı sevinçle telefonu açtığınızı, birbirinizi her göreceğinizde kalbinizin ağzınızdan çıkacak gibi çarptığını düşünsenize. Hayat bayram yeri gibi bir şey olmaz mı? Neden böyle yaşamayasınız ki?

“O” insan

Buradaki en kilit mesele gerçekten doğru insana denk gelmek aslında. Birlikte aynı yöne bakabileceğiniz, birbirinizi anlayabileceğiniz, gerektiğinde birbirinizin yerine düşünebileceğiniz, karşılıklı empati yapabileceğiniz, biriniz arkada kalmadan yan yana yürüyebileceğiniz, gururunuza feda etmeyeceğiniz, gerekli hallerde geri adım atmasını bilebileceğiniz, aşık olduğunuz kadar saygı da duyabileceğiniz-bu aşırı önemli-, her özelliğine olmasa da mutlaka bazı özelliklerine hayranlık duyabileceğiniz, birlikte üretebileceğiniz, birbirinize omuz verebileceğiniz, en iyiyi de en kötüyü de çekinmeden sonuna kadar dürüstçe konuşabileceğiniz ve başka kimseye ihtiyaç duymadan birlikte çok eğlenebileceğiniz birinden bahsediyorum. Bunlar ilk aklıma gelenler.

Meseleleri egoya bağlamayın

İnsanız, elbette yeteri kadar naif olamayacağımız, karşımızdakini inciteceğimiz, kıracağımız, düşüncesizlik edeceğimiz zamanlar olacak. Elbette hata yapacağız. Onlar da bize yapacak. Sakin kafayla düşünmek, sakin kalabilmek bu gibi hadiselerden sağ çıkabilmenin tek anahtarı. Bence. Kavganızı da edin ihtiyaç duyuyorsanız, ona da itirazım yok ama doğru kavga edin. Ne için kavga ettiğinizi farkında olun. Çarpıştırdığınız egolarınız mı yoksa gerçekten ortada bir mesele mi var bunu iyi tespit edin. Yoksa kum gibi ufalanır gidersiniz birbirinizin ellerinizde.

Yukarıdaki ideal tabloyu sıkıcı bulanlarınız olabilir. Yanılıyorsunuz. Tüm bunlar varken de, o ağır ayrılıklar, barışmalar, sürekli yaşanan iniş çıkışlar olmadan da ihtiras ve tutku olabilir bir ilişkinin içinde. Hiç anlamıyorum tutkuyu ve ihtirası sadece bu itiş kakışlara bağlayanları. Öyle bir ilişkiye ancak “hasta” gözüyle bakabilirim ben. Hasta bir ilişki. Sadece bu çatışmalardan beslenebilen, bir damlacık huzurda monotona bağlayacağını düşünüp bundan ısrarla kaçılan ilişkiler. Huzur ihtirası öldürmez hanımlar beyler. Kim uydurduysa beceriksizliğinden uydurmuş bunu. Kolaycılığından. Birçok kişinin de işine gelmiş. Olay bu.

İki kişilik ilişki yaşayın

“İki kişiyken bir kişi olabilmek” gibi bir klişem de yok. Çünkü bence bu da ilişkiyi çıkmaza sokacak, uzun vadede o ilişkinin taraflarını mutsuz edecek bir davranış/inanış şekli. İki ayrı kişi olmaya devam edin. Kendi renklerinizi, kendi baharatlarınızı muhafaza edin. Bırakın sevgiliniz de etsin. Birlikte rengârenk bir dünyanız, tadına doyamayacağınız bir ilişkiniz olabilir. Farklılıklar her zaman yaratıcılığı destekler, yaratıcılık doyumu, doyum mutluluğu, mutluluk motivasyonu, motivasyon kişiyi, kişi de ilişkiyi destekler. Gördüğünüz gibi kendiliğinden tıkır tıkır işleyecek bir çark var aslında ortada. Uyanık olup görmek lazım.

Hâla mı üç yıl?

Tüm bunlar düşünüldüğünde bana hâla “üç yıl” diyenlere hayretle bakarım. Şu kadarcık yazıda bile kaç tane püf noktası gördük. Zor değil. Yeter ki niyet olsun. Niyet olmadan ne aşk olur, ne şefkat, ne sadakat… “Sevmeye gönlü yok” derler ya, işte ancak o olur.

En derin sevgilerimle

Seda Çağlayan

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s