Bundan birkaç gün önce arkadaşlarıma şöyle dedim: “Sürekli eskiyi özlüyorum. Hasta falan mıyım ben acaba?” Oysa ki hayatımın çok da fena olmayan bir dönemindeyim. Şimdilerde “kendini gerçekleştirmek” diyorlar ya, işte öyle bir dönem. Ben hala “hayallerimi gerçekleştirmek” diyorum. Bu yeni moda tabirlerin çoğundan hoşlanmıyorum. Oysa ki bir iletişimci olarak işimin önemli bir kısmı yeni “trend”leri, yaşanan değişim ve yenilikleri takip etmek. Ediyorum, kendimi “güncelliyorum” ama mümkün oldukça eski kelimelerle hayatıma devam etmeyi tercih ediyorum. Yani günümüzün lisanını anlıyorum ama konuşmuyorum, bana yapay ve soğuk geliyor.
En hızlı ve keskin değişim iletişimde yaşanıyor.
Buraya kadar yazdıklarım mevzunun kolay kısmı zira “süreci” ben yönetebiliyorum. Bir de yönetemediğim, kapılıp sürüklendiğim kısmı var. İnternetin hayatımıza girmesiyle hızlanan, zirveden aşağıya hızla yuvarlanan, yuvarlanırken giderek büyüyen ve önüne çıkan her şeyi kendine katan değişim duracak gibi görünmüyor. Bilgisayarlarımız, telefonlarımız bizim her şeyimiz; elimiz kaleme kağıda değmez oldu. Birine telefon edip sesini duymak demode, bir yerde buluşup sımsıkı sarılıp yanağına bir öpücük kondurmak zul oldu. Mesajlar, “emojiler”, görüntülü konuşmalar hepsini hallediyor nasıl olsa. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Hayatımızı kolaylaştıran, uzakları yakın yapan internet dünyasını elbette ben de seviyor ve kullanıyorum. Bugün burada var oluşumun sebebidir, bunu yadsıyamam. Benim derdim varlığıyla değil, kontrolsüz biçimde hayatımıza hükmedişiyle. Evet, eski kafalı biri olarak algılanma riskini alıyorum.
Bu sokaklar, caddeler benim değil artık!
Sadece iletişim kanallarıyla sınırlı kalmayan bu çok da hoşlanmadığım ama önünde duramadığım değişim içinde yaşadığım çok sevdiğim şehrimin çok sevdiğim silüetini de yeni baştan çiziyor. O az katlı, geniş daireli apartmanlar birer birer yok oluyor. Onlar yok oldukça sanki şehrin ruhu, kokusu da yok oluyor. Yaşadığım bölgede neredeyse çocukluğuma ait bir iz kalmadı. Bir zamanlar avucumun içi gibi bildiğim sokaklar, caddeler bugün bana yabancı. Bu konuda çok fazla örneklendirmeye gidebilirim ama her bir sokağın, dükkanın ismini yazarken benim canım sıkılır. Eğer zamanında sizin de içinde bulunduğunuz yerlerse muhtemelen sizin de canınız sıkılır. O yüzden bunu yapmak istemiyorum. Herkesin örnekleri kendi zihninde belirecektir zaten malesef.
Peki ya ilişkiler?
Ve su gibi bulduğu her çatlaktan sızan değişim denen illet belki de en büyük tahribatını insanlar, onların davranış şekilleri ve ilişkiler üzerinde yapıyor. Alışkanlıklar, iş yapış şekilleri, karı-koca ilişkileri, anne-baba-çocuk ilişkileri, arkadaşlıklar uzun zaman önce erozyona uğradı. Artık alışkanlıkları “trendler”, iş yapış şekillerini “menfaatler”, karı-koca ilişkilerini “benim ve seninler”, anne-baba-çocuk ilişkilerini “neredeyse sadece çocuklar”, arkadaşlıkları ve hatta aşkları büyük ölçüde “sosyal medya” yönetiyor. Bir daha eskisi gibi olmasını beklemek de romantik bir temenniden fazlası olamayacak kadar masalsı.
Ve elbette evrende uçuşan mesajlar!
Yeni “trend”leri yakalamaya pek hevesli insanımız elbette bu değişime kendini geliştirmek için de ayak uyduruyor. Edebi değeri olan kitaplar “Çok satan” raflarını “Kişisel Gelişim” kitaplarına bıraklı uzun zaman oldu ama kaç kişi sırf modaya ayak uydurmak için değil de gerçekten kendini tanımak, geliştirmek için okuyor, orası muamma.
Gerçekten çıkar “Afedersiniz, yanılmışım” derim. Yeter ki yanılmış olayım!
Bu kadar hızlı değişen ve gelişen dünyada şunu merak etmeden duramıyorum: Kaçımız yaşamakta olduğumuz bu değişim sürecinin bizi aslında hiç de çaktırmadan yalnızlaştırdığını, biricik olmaktan çıkarıp birbirinin benzeri insanlara dönüştürdüğünü, ihtiyacımız olan “sıcaklık” hissinden adım adım uzaklaştırdığını farkında? Arkamızdan esen bu rüzgarın bizi dalga dalga aslında ait olduğumuz özden uzaklaştırdığı hissine kapılıyorum.
Tüm bu satırlardan burnuna naftalin kokusu gelen okuyucularımız elbette olacaktır. Onlara şöyle seslenmek isterim: Canım okuyucum, güzel okuyucum, yeniliğe, gelişime karşı değilim. Dünyanın gerisinde kalmaya, tarihin tozlu sayfalarında hayatımı sürdürmeye hevesli değilim. Fakat uzun zaman önce uyandım. Günümüz tabiriyle söylemem gerekirse “farkındalığım arttı” ya da daha da güncelini yazayım “aydınlandım”. Tüm bu değişimleri yaşarken her geçen gün daha da fazla eksikliğini hissettiğim yakınlık, tanıdıklık, sıcaklık hislerinin giderek daha da geniş kitlelerce özlenir hale gelecek olmasından duyduğum endişe. Bunu öngörebilmek için kahin olmaya luzum yok. Biraz gözlem biraz da deneyim yeterli. Yanılıyor olmayı ve yaşadığı dönemden çok da memnun olan insanlardan oluşan bir toplum olmayı canı gönülden dilerim.
Sevgilerimle,
Seda Çağlayan