“Kırık Olsa Duramazdın”

İnsanlar hakkında yazmayı seviyorum. Her zaman sevdim.

Mesela hiçbir zaman “gezdim-gördüm” ya da “yedim-içtim”ci yazılarım olmadı benim. Yıllar önce, çocukluğumdan beri hayalini kurarak gittiğim ve her sokağına, her köprüsüne, demirden kulesine aşık olduğum Paris hakkında bile tek satır yazamadım döndükten sonra. Denemedim değil ama hiç içimden gelmedi; cümlelerim şehrin büyüsünü yeteri kadar yansıtamadı. Ya da ajansta çalışırken, aslında elimde o kadar malzeme olmasına rağmen olan biteni hiç yazıya dökmedim.

Yazdığım ayrılık yazısı dışında. Sanırım bütün gün iş-güç içinde dolanıp durduktan sonra canım bir de satırların arasında işle uğraşmak istemedi. Alış-veriş ya da moda konusunda yazmaya da hiç heveslenmed. Oysa ki her dişi kişi gibi ben de para harcamaya ve alışveriş yapmaya bayılıyorum ama içimdeki yazma fitilini ateşlemeye yetmedi bu sevda. “Şunu şununla kombinleyin şekerim, üzerine de mor şapka takın, hıh işte şimdi en trendy sensin!!!” gibi cümlelerin karşılığı bende olmadı.

Nefes almalı benim yazılarım

Elbette bir nedeni vardı bu yazamayışların zira yaşayan yazı lazımdı bana. Tarihi geçmeyecek, içinde duygu olan, sevgi olan, kızgınlık olan, aşk olan, özlem olan, sevinç olan, kavuşma olan, ayrılık olan… Hâlâ da öyle. Satırlar o zaman anlamlı, o zaman kıymetli bana. Bazen benim, bazen de hayatımın bir yerinde duran, kimisi yakınımda, kimisi uzağımda, kimisi uzakta ama aslında hep aklımda olanların duygularını, onlarla ilgili davalarımı anlatan yazılar yazmayı becerebiliyorum en çok.

Merak

Çocukken de böyleydim. Hep bir merak insanlara karşı içimde. Dışarıdan görünen o kabuğun içinde ne var? Baktığım gözlerin arkasındaki hikaye nedir, sarf edilen cümlelerin mealinde ne var? Ben hep bunları merak ettim. İnsanın içini çözmek feci cezbetti beni. Bu da hem bakış açımı, anlayışımı, yazım tarzımı hem de insanlara yaklaşımımı ve en nihayetinde beni şekillendirdi. Güzel dert dinleyen, güzel sohbet edebilen, güzel teselli edebilen biri haline geldim. Tevazuya gerek yok.

“Kırık olsa duramazdın”

Tüm bu birikimlere rağmen değerlendiriyorum da kendimi, bu kadar gözlem, kurulan bu kadar yakın ilişki, bu kadar yazmak insanları daha iyi tanımama yardımcı oluyor mu acaba diye; hani böyle bir bakışta anlarsın ya, öyle olabildim mi diye… Yok arkadaş! Ben öyle biri olamadım bir türlü. Çünkü bu kadar yaşanan hadiseye rağmen yine de ilk duyduğuna inanmak gibi günümüzde asla barındırılmaması gereken bir huy var bünyemde. Hep derim “Ben 70’lerde yaşayacakmışım, çok geç gelmişim dünyaya” diye. Ne kadar büyüsem de bundan kurtulamadım. Belki de kurtulmak istemedim. Şikayetçi değilim böyle olmaktan. Bu saf halimden memnunum bile denebilir.

Bir bakışta tanıyabilseydim karşımdakini ne kadar da heyecansız ve monoton olurdu ilişkiler. Ve de renksiz. Evet, bu yüzden sıklıkla hayal kırıklığına uğradığım, kırılıp-döküldüğüm ortada ama olsun, Çakal Carlos olmaktansa belli ölçülerde saf olmayı tercih ediyorum galiba. Etrafımdakiler de alıştı zaten bu halime, “Bir şey olmaz, geçer, kırık olsa duramazdın” diyorlar lazım olduğu zaman. Kendini bozmamak tam olarak böyle oluyor galiba. Her şeye ve tüm yaşananlara rağmen…

Az kırıklı-döküklü günler dilerim

En derin sevgilerimle

Seda Çağlayan

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s