Farklı yaşlardan, farklı ekonomik seviyelerden, farklı sosyokültürel çevrelerden gelen birçok insanın aynı sıkıntı yüzünden hayatlarının belli dönemlerinin griye düşmesi çok acayip geliyor bana. Ya da acayip demeyeyim de yazık diyeyim. Yazık.
Psikolojik şiddet
Bireysel hak ve özgürlüklerin sözde önemsendiği, hayatların nerdeyse mahalle baskısına göre şekillendiği bir ülkenin çocuklarıyız. Günümüzde bu hadise artık psikolojik şiddet olarak adlandırılıyor biliyorsunuz. Ve bu psikolojik şiddet yüzünden kendini açıkça ifade edemeyen, sanki başka biriymiş gibi davranarak yıllarını yiyen ne kadar çok insan var farkında mısınız? Siz de onlardan biri misiniz acaba? Toplumda kabul görmemek, eleştirilmek ve hatta belki anne-babanız tarafından bile sevilmemek ihtimalinin yarattığı endişe yüzünden kendinize uyguladığınız kaç çeşit oto sansürle budadınız kendinizi, dilediğinizce yeşeremediniz?
Dürüstlük?
Kadın-erkek fark etmeksizin, kendinden başka herkesi yargılamayı hobi haline getirmiş insanların oluşturduğu bu toplumda cinsel yönelimini, mesleğini, ağzından çıkacak kelimelerini, kıyafetlerini, toplumdaki rolünü kurgulamak zorunda kalan, doğalına, akışına bırakamayan binlerce insan yaşıyor. Kimse eşcinsel değil, kimse küfürbaz değil, kimse sevmediği bir işin içinde ya da kimse aslında artık sevmediği bir adamın ya da kadının yatağında değil. Herkesin her şeyi tam da olması gerektiği gibi ama nedense herkes depresyonda. Terapistlerin randevu defterleri hep dolu. Sahtekârlık değil mi bu? Kimse dürüst değil. Hesapta toplumun en birinci değerlerinden biri dürüstlük. Yersen!
Çocukluk travmaları
“Aman kızım”, “Aman oğlum” diye diye nice nesiller ziyan oldu bu topraklarda, biliyorsunuz işte. İyi ve kötünün, doğrunun ve yanlışın net sınırlarla toplum tarafından belirlendiği, bireyin de bir satranç tahtasının üzerinde gezinen piyonlar gibi sınırlarını bilerek varlığını sürdürmeye çalıştığı hayatlar. Nesilden nesile aktarılan doğru bilinen yanlışlarla yaşatılan, yetişkinlikte kızgınlıklara, nefretlere dönen çocukluk travmalarının altında ezilip kavruk kalmış özgüvenlerin, oturmamış kişiliklerin boyun eğdiği macroda toplumsal, microda bireysel baskılar. Her şeyin bir sebebi var. Bugün içinde yaşadığımız toplum da ağaç kovuğundan çıkmadı sonuçta.
İş kişinin kendisinde bitiyor
Bu gerçeğe rağmen yine de faturanın tümünü geçmişe ya da topluma ya da ailelere kesmeyi de adil bulmuyorum. Kişi kendisi, isteği dışında kendisine dayatılanı reddetmedikçe, sırf onaylanmak için kabul verdikçe, kendi yolunu çizmek için mücadele etmedikçe bu hikâye bu şekilde sürer. Kimse de günah keçisi aramasın. Yüzlerce hayatının dümenini eline almış insan var. Onlar uzaylı mı? Çalışkanlar, istekliler, azimliler, inatçılar, hayalperestler. Hepsinin yolculuğunun özünde bunlar var. Şimdilerde yavaş yavaş açılan zihinler sayesinde ne halt yediğini farkına varan bireylerin kendini var etme ya da geriden gelen kuşaklardanlarsa da kendini yeniden doğurma, kendine nihayet hak ettiği değeri verme çabasıyla ve Z kuşağının da etkisiyle yavaş yavaş değişmekte olan bir hikâye. Çok şükür.
“Su gibi olduğu kabın şeklini alır” derler ya. Hiç sevmem ben o sözü. Marifet başkasının şekillendirdiği kaptaki su olmakta değil, kendine dilediğince şekillenebilecek kabı yaratmakta bence.
En derin sevgilerimle, iyi pazarlar.
Seda Çağlayan
Hayatta griye düşmek… Ne kadar doğru bir tanımlama olmuş bu Seda. İnsanlar hakikaten yeni yeni farkına varmaya başlıyorlar maruz kaldıkları psikolojik şiddete. Çünkü o kadar normalleştirildi ki zamanında.
Geçenlerde Yorksihire Canavarı diye bir belgesel izledik. 5 yıl içinde bir çok kadını öldüren bir seri katil ile ilgili. İlk öldürdüğü kadın içki içmeyi seviyor ve geceleri dışarı çıkıyor diye, polis tarafından “hayat kadını” diye yaftalanmış ( alakası yok halbuki) ve sırf bu yüzden katilin sonraki kurbanlarına da hep aynı yaftalama yapılmış.
Katilden kurtulan kadınlar bu şekilde yaftalanmamak için seslerini çıkarmamışlar.
Ve bu adam onlarca kadını öldürmüş.
Sadece en başta yapılan bu eril anlayış hatası yüzünden…
BeğenBeğen
Berilcim, ne kadar zor kemikleşmiş bazı düşünceleri değiştirmek. Aynen verdiğin örnekteki gibi. Ve insanlar birbirlerine karşı ne kadar acımasızlar. Ve ne kadar tembel. Düşünce tembeli birçok insan. Muhakeme etmeden, etraflıca değerlendirmeden söylenilene inanmak gibi bir eğilim var. Hepsinin özünde de insanı sevmemek var bence. İnsanlar kendilerini sevmiyorlar ki başkalarını sevecek yürekleri olsun. Çok büyük bir çark bu, binlerce dişlisi var. İnşallah bir gün dönmesi gerektiği gibi dönecek ama biz görebilir miyiz onu bilemem:)
Eline sağlık güzelim. Öperim çok çok.
BeğenBeğen