Genellikle kendi duygularım ya da etrafımda yaşanan ve beni etkileyen hikâyelerden yola çıkarak yazmaya yatkın biriyim ama iki hafta önce yazdığım Sezen-Onno hikâyesinden sonra okuyucularımdan biri, yazının altına bir not bırakarak benden bir ricada bulunmuştu:
“Kuzum bir de benim gibi aşka olan inancını yitirmişler üzerine yazsana bir hafta. Ne acı ki aşk diye yaşanan her şey bana koca bir tiyatro gibi geliyor artık. O sonsuz aşkların da edebiyatın, sinemanın, şiirin insana umut aşılamak için uydurduğu bir fenomen olduğuna inanıyorum son bir iki yıldır.”
Ben de Pandora’nın kutusunu açmaya karar verdim.
Aşka inancın mı kalmadı?
Sevgili Didem ve diğer “Benim aşka inancım kalmadı hiç”çiler, aslında size hak vermiyor değilim. Bunu düşünmenize sebep olacak öyle çok olaya tanıklık ediyoruz ki. Her şey çok çabuk bitiyor. Sözde aşk ateşi çabucak sönüyor, edilen yeminler halının altına süpürülüyor, sensiz ölürüm diyenler anında koluna başkasını takıyor, vesaire vesaire…
Bu liste daha da kalp kırıcı bir şekilde sayfanın sonuna kadar uzayabilir ama şimdi durduk yere sinirlerinizi bozmayacağım. Fakat bilin ki o yaşananlar gerçek aşk değil.
Heves diyebiliriz belki. Ama yaşarken fark edemeyebiliyor insan, kaptırıyor kendini, iki insan birbirine uçuşuyor, adı aşk oluyor. Değil ama…
Uslanmıyor
İşte bu yüzden ben ve benim gibi adı Polyanna’ya çıkmış olanlar tersini savunabiliyor. Aradaki farkı tecrübe ettikleri için. Bu arada sanılmasın ki aşka olan inancımız bir türlü yerle bir olmuyor. Bir kere hiç de öyle olmuyor falan değil. Onu itiraf etmekle başlayabilirim. Elbette oluyor.
Bizim de yaşarken çok büyük olduğuna inandığımız aşklarımız bir bakıyorsunuz büyük bir gürültüyle yerle bir oluyor. İşte inanmayanlarla inananların farkı sanırım orada devreye giriyor. Biz inananlar yıkılanı yeniden inşa etmeye yatkınız sizden farklı olarak. Bunun sebebi de bence bir yanımız hep çocuk, hep hevesli, ne kadar düşüp orasını burasını kanatsa da uslanmıyor.
Akıllıca olduğunu söylemiyorum ama içten gelen bir durum olduğunu söyleyebilirim. Engel olamıyoruz. Zaten aşk da akıllı insan işi değil. Ya da mantıklı insan işi değil diyelim. Mantığı devreye soktuğun zaman artık o aşk olmuyor.
İtiraf.com
Bu yeniden inşa sırasında insan kendisiyle bin kere kavga ediyor inanın. Sol omuz ve sağ omuz üzerindeki melekler, sesler, artık siz nasıl kabul ediyorsanız, insanın canına okuyor. Sadece onlar değil; eş, dost, arkadaş da devreye giriyor.
“Akıllanmadın mı hâlâ?” diyor kibar bir şekilde.
“Akıllanmadım” diyorsunuz hiç de kibar olmayan biçimde. Kimse canını yakan o hadsiz, onun üzerine fasikül fasikül olumsuzlamalar yapılıyor. Ve elbette kişi benim bahsettiğim o uslanmayanlardan biriyse laf söz dinlemiyor ve bildiğini okuyor. Ama bunu yaparken artık o andan itibaren sadece kendi aşkına güveniyor. Aslında her işini yaparken sadece kendine güvendiği gibi. Affederken de sadece kendine güveniyor. Kendi için affediyor aslında ya da kendi için aşık oluyor yeniden.
Aşk iki kişilik diyorlar ya, yalan o. Aşk gayet de tek kişilik bir şey. Siz hiç karşısındaki mutlu olsun diye ona aşık olan birini tanıdınız mı? Herkes kendi ihtiyacı yüzünden aşık oluyor ve her hayal kırıklığının sonrasında da yine kendi için affediyor. Karşısındaki kendini iyi hissetsin diye değil, kendisi yeniden mutlu olmak istediği için affediyor. Gördüğünüz gibi affetmek fedakarlıktan değil, basbayağı bencillikten kaynaklanıyor.
Off şimdi kim bilir ne kadar çok insan buna karşı çıkacak? Arkadaşlar, dürüst olun kendinize. Önce can, sonra canan. Çoğumuz aslında birine değil de, aşka aşık olduğumuz için yaşıyoruz başımızdan geçen bütün o hikayeleri. Ahmet’in, Ayşe’nin kaşına gözüne değil, onunla birlikte olabilme durumuna aşık oluyorsunuz.
Rezil mi olduk? Olmadık korkmayın.
Bu anlattıklarım epeyce yerin dibine soktu hepimizi, farkındayım. Güçsüz, ezik, başkasına ihtiyacı olan bireyler gibi gösterdi. Yok, öyle de değil. Güçsüzlük değil, tercih bu. Bu gibi durumları yaşayan insanların birçoğu sapasağlam, her işini kendi halleden, hayatını kimseye eyvallah etmeden yaşayan insanlar.
Ama o insanlar aynı zamanda duyguyu, aşkı seven, onun içinde savrulmak isteyen, gerekirse o duyguyla şiir yazan, yazı yazan, şarkı yapan, düşen, kalkan ama aşktan gelene seve seve razı olan insanlar. Yani bunların başına ne gelse akıllanmazlar, aşka olan inançları da bir yere gitmez. Ama güçsüzlükten değil, arzudan. Arada derin uçurum var.
“Artık sevmeyeceğim” demeyin siz yine de
Aşka inancı kalmayanlar için ne yapabiliriz inanın bilemiyorum. Elimizi açıp dua edebiliriz aşkı yeniden yaşayabilmeniz için. Başınıza gelen kim bilir hangi karanlık hikâye yüzünden gömdünüz duygularınızı toprağın altına. Bu da sizin elinizde olan bir şey değil, öyle şarkıdaki gibi “artık sevmeyeceğim” deyince olmuyor o işler. Mutlaka sizi o çukura yaşadığınız derin hikâyeler atıyor. Yeniden sevmeye korkuyorsunuz.
Duygularınızı zapturapt altına alıyorsunuz bilmeden. Kalbinizi değil aklınızı kullanıyorsunuz. Kendiniz için doğru olduğuna inandığınızı yapıyorsunuz. Yeniden doğru olduğuna inandığınız farklı bir durumla karşılaşana dek de bu böyle devam edecek. Siz o zaman geldiğinde anlayacak ve zaten kendinizi özgür bırakacaksınız. O zaman yeniden aşk olacak.
Kuyruğu dik tutmuyorum hayır
Bilmiş bilmiş yazdığımı farkındayım ama biliyorum da yazıyorum. Tecrübe etmenin yanı sıra çok düşündüm, çok okudum, çok dinledim, kendimle çok hesaplaştım. Artık korkuların, bencilliklerin, yenilgilerin, yıkılmaların, yeniden ayağa kalmanın, affetmenin ne kadar insani ve istisnasız hepimizin yaşadığı durumlar olduğunu yüksek sesle söylemekten çekinmiyorum. Kuyruğu dik tutunca madalya takmıyorlar. Düşüncelerimi, duygularımı saklayarak yazmayı bırakalı çok çok uzun zaman oldu. Dolayısıyla anlattıklarımı okuyanlardan bir kişi o “aydınlanma” anını yaşasa kârdır diyorum.
Riskli ama çok da acayip
Korkmayın. Aşk kötü bir şey değil. Sadece riskli bir şey. İnsanı rezil de eder, vezir de. Göklere de çıkarır, betona da çakar. Ama insanız işte. Şu dünyada ne kadar kalacağımız meçhul. Sadece riskli olan tarafını düşünürseniz azıcık aşım, kaygısız başım mantığıyla yaşar gidersiniz. Halk arasında yuvarlanıp gitmek diye tabir edilir. Düz çizgide yaşarsınız.
Oysa biliyorsunuz yaşam destek ünitelerinde o düz çizgiler hiç makbul değil, Allah korusun.
En derin sevgilerimle,
Seda Çağlayan
Kalbin attıkça aşk da bitmez, aşkı aramak da bitmez. Aşk türlü türlüdür. Öpüyorum.
BeğenBeğen