Geçtiğimiz hafta içinde bir Türk tekstil markası LGBT’ye özendirdiği gerekçesiyle bundan böyle gökkuşağı ve unicorn (boynuzlu at) desenlerini ürünlerinde kullanmayacağını açıkladı. Benim açımdan -Ben kimim? Ben önce insanım, sonra da bir iletişimci/reklamcıyım- akıllara durgunluk veren bu açıklama gerçekten bütün sinirlerimi bozdu. Hem çok sinirlendim hem de üzüldüm. Ve elbette her zaman olduğu gibi sizi duygularıma maruz bırakma kararı aldım.
Neyi anlamadığım anlaşılana kadar anlatacağım.
Aklım başıma geldiği ve dünyanın çirkin tarafında dönen bu başkalaştırma, hor görme, aşağılama, yok sayma oyunlarını anlamaya başladığım günden beri aynı şeyi hissediyorum. Anlayamadığım bir kötülük bu ve ne kadar çok insan bu kötülüğe arka çıkıyor. Anlamakta zorluk çekiyorum. Hâlâ. Bakın şu iki cümle içinde, üç kere anlamak kelimesini kullanmışım farkında olmadan. Normalde bu tekrara izin vermem ama kalsın, değiştirmeyeceğim. Çünkü gerçekten anlayamıyorum. Anlamadığım yeterince anlaşılsın.
Müslamanı, Yahudisi, Urumu, İsporcusu, ihtiyarı, veremi
Biz böyle yetiştirilmedik. Biz sevgiyle yetiştirildik. Etrafımızda her türlü insan vardı. Başı kapalısı, Yahudisi, Hristiyanı, ekonomik olarak bizden farklı kazananı, Kürdü, Alevisi, sağcısı, solcusu, cinsel yönelimi bizden farklı olanı… Uzar gider.
Yaşantımızın bir döneminde annemle babamın en yakın arkadaşları aynı binada oturduğumuz Musevi komşularımızdı. Kızları da benim yakın arkadaşımdı. Ortaokulun ilk üç yılını Caddebostan’da okudum, okulumuzda çok sayıda Musevi arkadaşımız vardı. Aynı Caddebostan’da babamın iş yeri vardı ve yanında onlarca Kürt çalışanı vardı. Mahallede sıklıkla evlerine girip çıktığım arkadaşlarım yan binanın apartman görevlisinin çocuklarıydı. Hakan ve Burhan kardeşler. Onlar da bizim evimize girip çıkarlardı.
İstanbul Üniversitesi’nde okurken her seferinde 7-8 kişi toplanıp vakit geçirdiğimiz, bizi ailesinden gören arkadaşımız Aleviydi. Yüksek lisans yaparken bir yıl boyunca dirsek dirseğe çalıştığımız arkadaşlarımızdan biri eşcinseldi, hâlâ da çok yakın eşcinsel arkadaşlarım var ve hayatımdaki en önemli insanlardan ikisi ile siyasi olarak uyuşamıyoruz ama gerçekten de bu hayatımdaki en önemli ve en sevdiğim, en yakın olduğum insanlardan ikisi olmalarına engel olamıyor. Çünkü bana göre esas olan iyi insan olmak, sevgi temelli olmak, erdemli insan olmak. Dini, dili, ırkı, yönelimi, siyasi görüşü, tercihleri olmadı hiçbir zaman karşımdaki insana karşı hissettiklerimi belirleyen. Davranış şekli, dünya görüşü, duygusu oldu. Bu yüzden hiç anlamıyorum.
Aç başını kızım.
Bu ayrımcılıkla ilgili zihnimde bugün bile canlılığını koruyan ve o anı düşündükçe hâlâ beni üzen ilk olayı üniversite kayıt sırasında yaşadım. İstanbul Üniversitesi’nin Avcılar kampüsünde, güneşin altında saatlerce sıra bekledik kayıt için. Ben bir arkadaşımla gitmiştim, önümüzde de iki-üç tane başları kapalı kız vardı. Beklerken lafladık falan. Sonra sıra onlara geldiğinde kayıt yapan görevli “Sizin kaydınızı yapamam, gidin başınız açık fotoğraf çektirip onlarla gelin, bu vesikalıklarla olmaz” dedi.
O kadar üzüldüm ve şaşırdım ki. İlim irfan sahibi olmak için gittiğim kapıda zihnime kazınan ilk sahne bu oldu. O kızlar hiçbir siyasi görüşe hizmet etmek için değil inançları yüzünden başlarını kapatmış olan kızlardı ve Müslüman bir ülkede Müslümanlığın gereği olan bir şartı yerine getirdikleri için bileklerinin hakkıyla kazandıkları okula kayıt yaptıramıyorlardı. Bu ne yaman çelişki. Ve sonra biz o okulda dört yıl, başında örtü yerine peruk olan arkadaşlarımızla okuduk. Bence bu çok acı.
Global marka olma yolunda kendi bacağına sıkmak
Gelelim ilk paragraftaki mevzuya. Bana bunun ırkçılıktan ne farkı olduğunu lütfen biri açıklasın. Aynı ötekileştirme, aynı hor görme, aynı aşağılama. Bana göre hiçbir farkı yok. Ha zenci diye ötekileştirmişsin, ha eşcinsel diye, bana göre ikisi de aynı hesap. Bir insan olarak bu yaklaşımı onaylamam mümkün değil.
Bir de işin marka stratejisi tarafı var. Bir Türk markası olarak 47 ülkede mağazaları olan ve kendilerine 2023 yılına kadar Avrupa’nın en başarılı üç moda perakendecisinden biri olma hedefi koyan bir markanın LGBT’yi reddetmesi akla mantığa sığar bir durum değil. Dünya başka bir yere gidiyor. Bunu göremiyorlar mı acaba? Ayrıca eminim mevcut müşterileri içinde de yüzlerce eşcinsel vatandaş var.
Kendilerini bu hor gören zihniyet yüzünden ifşa edemeyen yüzlerce insan. Kendilerine “sapkın” yakıştırılması yapılmasın, toplumdan dışlanmasın diye hiç olmadıkları bir kimlikle yaşamaya kendini mahkûm etmiş yüzlerce insan. Eminim şu ara çok kırgın olmalarına rağmen, özellikle aileleri içinde fark edilmemek için markanın bu kararını destekler görünmek zorunda olan yüzlerce insan.
İşine nasıl gelirse öyle söylenen memleket
Bu ülkede 14 yaşındaki kızlarla evlenen 70 yaşındaki adamlar normal, dul kalan kadını ölen adamın erkek kardeşiyle nikâhlayan zihniyet normal, dayak yiyen kadını “yerin kocanın yanı” diye o adamın yanına geri gönderen kafa normal, annesinin karnından kendi kontrolü dışında eşcinsel olarak doğan ve tek derdi istediği şekilde özgürce sevip, sevilmek olan insan anormal. Yansın kafalar!
Ayırma
Ben bu pandemi dönemiyle ilgili farklı şeyler de hissetmiştim korku dışında. Tüm dünyanın adeta bir filmin içindeymiş gibi ölüm korkusuyla evlere kapanması insanın acizliğini gözler önüne sererken aynı zamanda dünya üzerindeki herkesi bir süreliğine eşitlemişti. İnsanlığın bu yaşananlardan büyük dersler çıkaracağını, dünyanın artık daha iyi bir yer olabileceğini falan hayal etmiştim ama sanıyorum ki bu hiçbir zaman olmayacak.
Tüm çirkinliklerin sebebi olan insanın kökü kurumadıkça ve dünya sadece hayvanlarla bitkilere kalmadıkça mümkün olmayacak. Bu makro gerçeği kabul edip mikro yaşamlarımızın içinde kendimizi olabildiğince bu saçma sapan ayrımcılık, kötülük, kraldan çok kralcılıklardan koruyarak yaşamaya çalışmaktan başka çare yok sanırım.
Biz bildiğimiz gibi sevmeye, bizim gibi olmayanı da benimsemeye, aslında kimsenin kimseden farklı olmadığını bunu bilmeyenlere anlatmaya, elimizden geldiğince etrafımızda imkânı olmayanlara fırsat eşitliği sağlamaya devam ederek kendi güzel, küçük dünyalarımızı yaratacağız.
Bizim kurtuluşumuz bu gibi görünüyor.
En derin sevgilerimle,
Seda Çağlayan