Güzelim İzmir

30 Ekim 2020, saat 14:51. Evdeyim, Covid yüzünden hâlâ evden çalışıyorum. Yazmam gereken önemli bir e-mailim var, ona konsantreyim. Ev konforunun tadını çıkararak çalışıyorum L koltukta. Bir an başım dönüyor. Kafamı ekrandan kaldırıyorum. Hayır, başım dönmüyor. Evimde tavan aydınlatması yok, etrafta sarsıntıyı kontrol edebileceğim bir şey arıyorum. Başımı çevirip sağımda duran bitkilerime bakıyorum, hepsinin yaprakları hızlı hızlı sallanıyor. Bu 3,5 satırı 3-4 saniye içinde yaşıyorum. Geçer diye düşünüyorum, birkaç saniye daha bekliyorum. Geçmiyor. Babamı arıyorum, konuşuyoruz, konuşuyoruz geçmiyor. Durmuyor. Kesin Marmara Denizi, diyorum. Televizyonu açıyorum. Twitter’a bakıyorum. İzmir diyor. “Eyvah” diyorum babama, “Demek ki bu çok büyük bir deprem!”

Ben bütün bunları İstanbul’daki evimde yaşıyorum. O gün o saatten beri gözüm kulağım İzmir’de. Bir çoğunuz gibi. Korkuyorum, ya burada da olursa? O günden beri sabah 06:00 sularında uyuyorum, 09:00 gibi uyanıyorum. Cumartesi-Pazar çalışmadığım için aralıksız izledim haberleri. Kapatıp başka şeylere geçmeye çalışıyorum ara ara, çok kısa sürüyor. Enkazlardan sağ çıkanları her gördüğümde yine birçoğunuz gibi gözyaşı döküyorum. Buse, Ela, İnci, Günay, İdil, Elif, Alya. Bu isimlere çok ağlıyorum. Çıkarılmalarına ayrı ağlıyorum, neden o göçükte kaldıklarına ayrı ağlıyorum. İdil, kardeşi İpek için “Bir anda buz gibi oldu!” dediğinde ben de buz gibi oluyorum.

Kenetlenme

Tüm bunlar yaşanırken bir kere daha ülkemin güzel insanlarının nasıl da kenetlendiklerini izliyorum bir yandan. Sosyal medyanın gücüne bir kez daha şahit oluyorum. Bu gücü ilk kez Van depreminde hissetmiştim. Bir kez daha ne yazık ki bu kez de İzmir yüzünden hissediyorum. Kayıplar, arananlar, bulunanlar, toplanan yardımlar. Twitter’da su gibi akıyor hepsi. Coşku, isyan, üzüntü, sevinç, dua birbirine karışıyor Tweetlerin içinde. Ve arama kurtarma ekipleri. Türkiye’nin her yerinden gelen ekipler. Çok kısa dinlenmelerle vardiyalı, durmaksızın çalışıyorlar. 1999 Depremi‘nden beri kamu otoritelerinin gözetimi altında ve gönüllü sivil toplum kuruluşları şeklinde çalışanlar çok büyük bir disiplin içinde işlerini yapıyorlar. Ve bunu çok zor bir ortamda yapmaya çalışıyorlar. Etrafta çok fazla insan olması, sessizliğe ihtiyaç duydukları anda bunun tam olarak sağlanamaması işlerini güçleştiriyor. Ama asla vazgeçmiyorlar. Korkusuz melekler gibi o göçüklerin altına girip, oralarda sıkışan insanlarla bağlantıda kalıp onlara moral vererek onları oradan alıyorlar. İnanılmaz bir performans ve fedakârlık örneği sergiliyorlar.

İhmal

Peki, biz bunları neden yaşıyoruz? Kader demeyin. Aynı sokakta A-B-C apartmanı yıkılmıyor ama Rıza Bey Apartmanı, Doğanlar Apartmanı, Emrah Apartmanı, Yağcıoğlu Apartmanı, Barış Sitesi vb. apartmanlar yıkılıyor. Hem de deprem bulundukları yere 70-75 km uzaktayken. Çünkü birileri aslında bina yapmaya hiç de uygun olmayan zeminlere duvarları beton yerine deniz kabuğundan binalar dikiyor. Birileri de o binaların o duvarlarla o kumdan zemine dikilmesine göz yumuyor. Bu böyle oluyor diye biz bugün bu kayıpları yaşıyoruz.

Biraz önce son olarak Haber Türk muhabiri Uzay Kesmen’in Doğanlar Apartmanı’nın önünde gözyaşlarını tutamayarak yaptığı 20 yaşındaki Seda Dinçer’in vefat anonsunu izledim. Tüm bunların ihmal yüzünden yaşandığını bilerek bu acılara tahammül etmeye çalışıyoruz. 9 kişi tutuklanmış. Giden gitti. Neye yarar?..

Korkutan İhtimaller

Önümüzde bir kez daha çok acı bir ön izleme var. Burası hepimizin bildiği gibi bir deprem ülkesi. Bu gerçek hepimizin korkulu rüyası. Ülkenin herhangi bir yerinde yaşanacak her deprem bize bu kayıpları yaşatmaya devam edecek. Acı ama gerçek. Ve İstanbul. Türkiye’nin kalbinin attığı şehir. Burada yaşamayan vatandaşlarımızın bile ürktüğü, yaşanması muhtemel İstanbul Depremi. 1912’de Şarköy-Saroz tarafında kırılan bir fay var, 1999’da İzmit tarafında kırılmış bir fay var ve hâlâ arada 250 yıldır bekleyen bir bölge var. Ve bu şehirde kim bilir kaç tane Rıza Bey, Doğanlar, Emrah Apartmanı var. Burada yaşanabilecek bir felaket sayısını bilemeyeceğim kadar çok insanımızın kaybı ve ekonomik olarak da ülkemizin çok büyük bir yük altına girmesi demek. Yas sürecinden, psikolojik, sosyolojik etkilerinden bahsetmiyorum bile.

Bize sihirli bir değnek gerek. Bu ülkedeki bütün bu sağlıksız binalardan kurtulmak ve bir daha bu acıları yaşamamak için sihirli bir değnek. Çünkü 20 yıl önce yaşanan acı tecrübe bile bir arpa yol aldıramamış bize, günlerdir işin uzmanlarından dinliyoruz. Çok düşündürücü ne yazık ki. Bundan sonrası için de kimseye itimadım yok ama yine de yaşanan bu acı tecrübenin bu kez akılları başa getirmesini, Gölcük, Düzce, Van, Elazığ ve nicelerinin ardından alınmamış olan tedbirlerin bu kez alınmasını, en azından bunun için harekete geçilmesini umut ediyorum.

Güzelim İzmir

Güzelim İzmir. Kendine has; lisanı, kordonu, meltemi, duruşu, ayağını yere vuruşu başka şehir. Sen hâlâ güzelsin. İzmirli’nin hası hep güzel. Kaybettiğimiz her insanımız nur içinde yatsın. Yaralılarımız en kısa zamanda sağlıklarına kavuşsun. Ve geride kalan herkese de Allah sabır versin.

Sevgilerimle,
Seda Çağlayan

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s