Günaydınlar hepinize:)
Pazar sabahı yazmanın da başka türlü bir sorumluluğu varmış. İçimden geçen bir yüzü karanlık metinleri sabah sabah burada paylaşıp sizin de kafanızı pazar sabahına yakışmayacak fikirlerle doldurmaya gönlüm razı gelmiyor bir türlü. Yine bir otosansür çukuruna düştüm.
Sıfır Heves
Bu akşam yine size ne yazacağım diye karın ağrısı çekerken bir yandan da canım kankitolarımdan biriyle geyik yapıyordum. “Al sana konu” dedi, “Yeni yıl, sıfır heves”. Bir süre düşündüm. Aslında böyle söylemesine takılarak düşündüm. Tabi zincirleme olarak oradan oraya, oradan oraya derken kendimi onunla ve annesiyle gece gece radyonun başında buldum.
Biri yetişkin, üç liseli
Biz liseye giderken onların evinde geçirirdim hafta sonlarını zaman zaman, hatta çoğu zaman. Hafta içi okulda, hafta sonu da evde birlikteydik. Benim tek çocuk olma memnuniyetimin altında yatan gizli kardeş hasretindendi belki de, bayılıyordum bu rutine. Babası evi henüz terk etmişti. Annesinin canı son derece sıkkındı. Lisedeki bir kız çocuğu gibi ayrılık acısı çekiyordu, o kadar bırakmıştı kendini.
Gecenin serserileri
O zamanlar deli gibi radyo dinlerdik. Özellikle geceleri. Hafta içi akşamları başka, hafta sonu akşamları başka, saat 22:00’ye kadar başka bir program sonra geceden sabaha başka… İşte bu programlardan biri de Radyo Mega’da yayınlanan “Gecenin Serserisi”ydi. Programı yapan da Orhan Çetindi. Fakat ne program! En melankolik şiirler ve şarkıların art arda sıralandığı, aralarda da ruh hali çok da parlak olmayan dinleyicilerin canlı telefon bağlantılarıyla programa alındığı, insanı bileklerini kesecek kafaya getirebilecek ağır bir format. Şimdi size bu yazıyı yazarken bir yandan da araştırıyorum. Bunca yıldır hiç aklıma gelip de bakmamıştım. Program formatının neden bu kafada olduğu anlaşıldı. Programı hazırlayan ve prodüktörlüğünü yapan kişi Nazan Öncelmiş. Yani sürekli “Gidelim buralardan” ya da “Gitme kal bu şehirde” temposunda bir program. Bu arada araştırırken gördüm ki Orhan Çetin 2016 yılında vefat etmiş. Bu da canımı sıktı şimdi. Devam ediyorum. Biz cumartesi akşamları otururduk radyonun başına, arkadaşım, annesi ve ben. Saatlerce dinler, bazen mendil mendil ağlar bazen de kahkahalarla gülerdik. Gülerdik çünkü yapılan canlı telefon bağlantılarında bugün olsa kesinlikle cast olacağını düşünebileceğim kadar orijinal tiplerle karşılaşırdık. Ve elbette biz de arardık. Tabi ki de kendi ismimizle aramazdık. Ayşe. Biz Ayşeydik, bir de bir radyo klasiği olan “nereden bağlanıyorsunuz?’a “Koşuyolu” diye cevap verince o Ayşe “Koşuyolu’nun Ayşesi” olmuştu. Baya gedikli dinleyiciydik artık. İkisi yaşıt, biri onların annesi olan 3 dişi kişinin cumartesi kaçamağı olmuştu o program. Aramızda sır da kalmamıştı anneyle. O da, biz de eteğimizdeki bütün taşları dökmüştük. Kim ne yaşıyor, kim ne kadar acı çekiyor gizlisi saklısı kalmamıştı ve bence bu muhteşem bir hadiseydi. O yaşlarda, o kafalardayken, ergenken, normal şartlarda birbirimizi yememiz gerekirken biz bir şekilde arkadaş olmuştuk. Hem de o kadar ağır bir travmanın içinde. Böyle anlattığıma bakmayın. Hadi biz saçma liseli aşıklardık ama aramızda gerçekten dünyası kafasına geçmiş bir kadın vardı. Çok ağır zamanlardı. Hatta aşırı ağır zamanlardı.
Geçici bu sıfır heves
O zaman bile benim bu canım kankitom bana “sıfır heves” dememişti. Hayatının en büyük hayal kırıklığını yaşıyor olmasına rağmen. Babası onu da bırakıp gitmişken. Bugün bu yazıyı okumamasını umuyorum. Gerçi hayatta da bunları okuyup üzülmez, biliyorum. Hayata, olaylara ve insanlara bakışı çok değişti. O zamanki kadar yumuşak değil düşünceleri de duyguları da. Artık bir kabuğu var ama yine de bu “sıfır heves” canımı sıktı. Biliyorum, aslında geçici bu hevessizliği. Bu pandemi olayı, hayat rutininin tamamen değişmiş olması, bununla birlikte özgürlüğünü kaybetmiş olması falan onu baya bezdirdi ve yordu. Birçoğunuzu olduğu gibi. Ama bitecek. Yani elbet bitecek. Yani sanıyorum ki elbet bitecek. Buna inanarak yaşamak durumundayız. En zor zamanlarda bile hevesi sıfırlamayan kim bilir şu an beni okuyan kaç kişi bir Corona’ya pabuç bırakacak da değiliz. Hayatımızı geri alacağız. Böyle düşünelim. Böyle olsun.
Hepinize iyi pazarlar, bol sucuklu yumurtalar, dumanı üstünde simitler dilerim.
Sevgilerimle
Seda Çağlayan