Daha önce de yazmıştım çiftler arasındaki dengeler hakkında. O zaman; “Davul bile dengi dengine (mi?)” demiştim. Konu ağırlıklı olarak ilişki içindeki iki insan arasındaki sınıf farkıydı. Bu bir engel olmalı mıydı ya da sosyal statü farkı dediğimiz şey aşk karşısında çaresiz miydi?
Bugün de bu dengelerden başka birine giriş yapmak istiyorum. Konumuz yaş farkı hanımlar, beyler. Kendimi bildim bileli tartışılan, tartışıla tartışıla bitirilemeyen, kangren olmuş o melun mevzu.
Yaşı yaşına mı?
Hepimizin kafalarına küçük yaşlardan itibaren nakşedilmiş olan “erkek birkaç yaş büyük olacak şekerim!” klişesi inanın hâlâ geçerliliğini koruyor. Bir erkek kendinden 30 yaş küçük bir kadınla birlikte olduğunda bir şekilde kabul görürken aralarındaki yaş farkı çok daha kabul edilebilir düzeyde de olsa kadının yaşça büyük olduğu ilişkiler dedikodu malzemesi oluyor.
Dünya değişti, yaşam biçimlerimiz değişti, neredeyse Mars’ta yaşam başlayacak ama insanlar hâlâ bunu tartışıyor. Üstelik bu konu zengin, fakir, ünlü, ünsüz kimseye torpil geçmiyor, herkes için aynı acımasız eleştiriler yapılabiliyor rahat rahat. Hepiniz biliyorsunuz işte, aziz Türk milleti bilmem kaç yıldır Pınar Altuğ ve Yağmur Atacan’ı içine sindiremedi. Kızları neredeyse üniversiteye başlayacak, hâlâ aynı terane. Mutlular işte, konuşan herkese rağmen birlikteler. Susalım değil mi artık bi’ zahmet. Yani Acun yapınca oluyor ama Pınar yapınca mı olmuyor? Biz hâlâ toplumsal cinsiyet eşitliği diye yırtalım kendimizi. Oysa ki Acun yapınca da oluyor, Pınar yapınca da oluyor. Bu kadar mı zor bu kafaya gelmek?
Kimseye söz söylemek düşmez.
Ben anlayamıyorum. Sadece bu konuyla ilgili de değil, iki insan arasında yaşanan herhangi bir konu olabilir, insanlar nasıl dâhil olmadıkları, kendilerinden başka iki kişi arasında yaşanan durumlar hakkında bu kadar hadsizce konuşabilme hakkını kendilerinde bulabiliyorlar acaba? Belli ki onlar birbirlerinden razı. Size ne? Kime ne?
Esas konu anlaşılmak
Bir ilişki için gerekli olan tek şart birbirini anlayabilen iki insan bence. Anlaşılmak insanın en büyük derdi. En büyük. Çünkü anlaşılınca ihtiyaçlar da kendiliğinden karşılanıyor. Sevgiliniz bir bakışınızla, sesinizin tınısıyla, yazdığınız bir kelimeyle ya da bazen derin bir konuda ettiğiniz uzun ve karmaşık cümlelere rağmen sizin ne hissettiğinizi, ne demek istediğinizi anlayabiliyorsa, siz de aynı şekilde onu anlayabiliyorsanız mesele bence bitmiş demektir.
Öyle herkesle kurulabilecek bir iletişimden bahsetmiyorum. Kendine ait bir derinliği, kendi içinde farklı dinamikleri olan bir şeyden bahsediyorum. Şimdi bu satırları okuyan herkes bir an için dursun ve düşünsün. Gerçekten böyle biri mi hayatınızdaki? Değilse tekrardan gözden geçirin derim. Provokatif bir cümle olduğunu farkındayım ama bu riski alıyorum.
Başka bir şeyden bahsediyorum ben.
Derinlikten bahsediyorum size. İki insan arasındaki derinlikten. İki insanın birbirine akıp gitmesinden. İki insanın kendi yansımasını aynaya bakarmış gibi birbirinde görebilmesinden. Ütopik şeylerden bahsediyorum size. Herkesin kendi ilişkisinde var sandığı ama aslında çok az rastlanan ilişki kurma biçimlerinden. Bir ömür insanı rahat, mutlu ve doymuş hissettirecek, bir daha farklı biriyle olma ihtiyacı hissettirmeyecek ilişkilerden.
Şimdi bu iletişim ve akış sadece yaşları birbirine denk insanlar arasında yaşanmalıdır diye bir kısıtlama getirmek mümkün olabilir mi? Geçmişleri, tecrübeleri, hayat içinde eksik kalmış tarafları, hayata bakışları bu kanala girmelerine yol açamaz mı? Peki, böyle bir durumda bakılacak ilk yer kişilerin doğum tarihleri midir yoksa gözlerinin içindeki mutluluk pırıltısı mı?
Ben daha önce nüfus kâğıtlarına göre hareket etmiş çiftler tanıyorum. Aileleri bu durumu kaldıramaz diye düşünüp, sırf onları mutsuz etmemek için ellerindekini harcayan insanlar. Ne tam olarak mutlu olabildiler ne tam olarak mutlu edebildiler. İçlerinde kendilerine bile itiraf etmekten korkarak sakladıkları o yara zaman zaman sızıntı yaparak nüfuz etti hayatlarına.
Eminim siz de tanıyorsunuzdur. Hatta belki siz de onlardan birisinizdir ve iş işten çoktan geçmiştir, yuvarlanıp gitmiş, bu hayatı böyle yaşamışsınızdır sanki tekrarı varmış gibi. Yazık değil mi size?
Hayat diyorum, bu kadar ucuz klişelere feda edilmeyecek kadar kıymetli. Harcatmayın kendinizi. Harcamayın sevdiğinizi. Sonra üzülürsünüz.
En derin sevgilerimle,
Seda Çağlayan