Sonuç

Yatağından kalktı, mutfağa gitti, su ısıtıcısına su koydu. Uzun kapaklı dolabın kapağını açtı. Bir müddet baktı. Çay kutularının birini aldı, birini bıraktı. Sonunda zencefilli-limonlu olanda karar kıldı. Buzdolabından çıkardığı sapsarı, sulu limondan iki kalın parça kesti, seçtiği bardağın içine koydu. Su da ısınmıştı zaten. Bir tatlı kaşığı da bal ilave ederek karıştırdı. Bardağı alıp salona geçerken gözü tezgâhtaki bitter çikolata paketine takıldı. Çikolatanın bile acısını seviyordu işte. Bir dilim kırıp damağına yapıştırdı. Bu meretin tadı böyle çıkıyordu. Yavaş yavaş.

Abajuru açtı. Salondaki L koltuğun kısa kenarına oturdu. Bilgisayarını önündeki camdan sehpanın üzerine koydu. Ekranını isteksizce kaldırdı. Düğmeye yine aynı isteksizlikle bastı. Tüm isteksizliğine rağmen yine de açılması için sabırsızlandı. Yazmak için hevesi yoktu ama beklemek için sabrı da yoktu.

Çok güvendiği sabrı onu terk etmek üzereydi. Yitirmemenin bir yolunu arıyordu. Kendini bir şekilde avutması şarttı çünkü eğer bu durumu kabul ederse başka şeylerden de vazgeçmek zorunda kalacaktı. Sevmekten vazgeçmek zorunda kalacaktı.

Anlatamıyorum

Biraz suskun, biraz sakin, zaman zaman dalgalı bir deniz gibi yaşıyordu uzun zamandır. Epey uzun bir zamandır. Her derdini anlatmaya yetkin kalemi bu yüzden uzun zamandır zorlanıyordu. Sanki söylenecek her şeyi söylemişti. Bildiği her şeyi anlatmıştı. Sanki evrendeki tüm kelimeleri kullanmıştı. Olabilecek tüm kombinasyonları denemişti kurulabilecek tüm cümleleri kurarak derdini anlatmak için.  “Anlatamıyorum” diye geçirdi içinden acı bir şekilde, bambaşka bir başlangıcı hatırlayarak. Bunu tersine çevirmek için kendini zorluyordu. Pes etmekten, yarım bırakmaktan, yarım kalmaktan hoşlanmıyordu. Kaderine mi kafa tutuyordu yoksa ortada kafa tutulacak o kadar da mühim bir mesele yoktu da her şey onun gördüğü seraplardan mı ibaretti zaman zaman bu bile karışıyordu zihninde.

Kumdan kale

Belki de ilk kez gerçekçi düşünmeye başlamıştı ve kumdan bir kale gibi üzerine yıkılan hayallerinin altında kalmıştı. Bu yüzden böyle hissediyordu. Gerçekleri sevmiyordu. Hiçbir zaman sevmemişti. Hayat onun kafasında ve kalbinde bu zamana kadar farklı akmıştı. Bu yüzden hiçbir zaman umudunu yitirmemişti, sabrı bu yüzden bugüne kadar onu terk etmemişti.

Ama mesele de buydu zaten.

Kaleleri başına geçerken, sabrının mozaikleri teker teker dökülürken hala orada kalabilmek. Sevmenin ne demek olduğunu karşısındakine öğretene kadar.

Sonuç

Çünkü gerçek hasret araya mesafeler girdiği zaman değil geçmişte bırakıldığını hissettiği zaman insana musallat olurdu. Ve gerçek sevginin içinde diğerini geçmişte bırakmaya yer yoktu.

En derin sevgilerimle

Seda Çağlayan

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s