İnsan paylaşmak istiyor.
İyi ya da kötü bir şey yaşadığı zaman olan biteni anlatmak, anlatmak, anlatmak ve bir süre susmamak istiyor. “Diline vurdu” derler ya halk arasında, aynen öyle oluyor işte. En azından ben öyle oluyorum. Ya da oluyordum. Bir süredir, tam olarak ne kadar olduğunu da bilmiyorum ama fark ettim ki, artık pek anlatmaz olmuşum. Ne yazarak, ne de yüz yüze. “E her hafta yazıyorsun ya bize” demeyin. Aynı şey değil. Ben kendi kendime yazmaktan bahsediyorum. Tamamen kişisel.
Kaçış
Günlük iştir, güçtür, zamanla genişleyen sosyal çevre, işten çıkıp doğrudan eve gitmemek… Bunların hepsi etken eski alışkanlığımı bir kenara bırakmış olmamda ama hiçbiri esas neden değil, biliyorum. Bunlar sığındığım mazeretler.
Artık eskisi kadar anlatmak istemiyorum. Kendime bile. Esas sebep bu. İyiyi, güzeli, mutluluğu paylaşmak daha kolay, buna hala hevesim var ama canımı sıkan şeyleri konuşmak istemiyorum. Sanki konuştukça büyüyorlar. Böyle katmer katmer olup yüreğimi sıkıyorlar.
Uyanış
Ve sanırım en büyük sebep de şu ki; çok büyük dert olduğuna inandığım, kendimi uğrunda paraladığım sebeplerin, gerçek dünyada bir toz tanesi bile etmediğine bir şekilde uyandım sonunda. Çok şükür!
Fark ettim ki gerçekten üzülecek esaslı bir sebebi olmayan ben, ona buna kafayı takmaya çok alışmışım. Bir süredir böyle düşünüyorum, o yüzden onları karanlık bir odaya kapattım, çok mecbur kalmadıkça da kapısını aralamıyorum. Fakat itiraf etmeliyim ki bunu bu şekilde yaşamak da hiç kolay değil. Çünkü kalem duruyor, dil duruyor ama zihin durmuyor.
Yeni Yer
Sevdiğim bir yer var bugünlerde. Osmanbey taraflarında. Huzurlu bir havası var. Sıcak bir dekorasyonu, dinlendirici müzikler. Ve yeni tanıdığım ama bilgisine güvendiğim biri. Oranın sahibi olan biri. Henüz yeni tanışıyoruz. Oldukça da mesafeliyiz aslında ama bu ara sadece gerçek anlamda onunla konuşuyorum.
Yeşil Koltuk
Çok güzel, koyu yeşil, rahat bir koltuk var. Orası benim yerim. Kadife. Çocukluğumdan kalan alışkanlıkla konuşurken kadifenin üzerine kumaşı ters ve düz ederek bir şeyler çiziyorum. Çiziyorum, sonra silip başka bir şey çiziyorum. Dikkatim dağılmasın diye telefonuma da hiç bakmıyorum. Yeni tanıştığım birine anlatmak da çok kolay değil, bazen konuşurken “Bunu neden yapıyorum?” diye düşünsem de vazgeçmiyorum. Demek bu ara bunu yapmak istiyorum. İçimden gelen sesi dinliyorum. Her zaman olduğu gibi.
Kalbim Yumruk Kadar
Yani genele kapalı, özele açık bir tavrım var bugünlerde. Mutlaka sizlerin içinde de benim gibi derdini söylemekten yılanlar vardır. Ama bu sistem bana yaradı gibi hissediyorum. Siz de kestirin birini gözünüze. Kendinize bir kurban seçin ve kimseye anlatmasanız bile ona anlatmaktan vazgeçmeyin.
Hepimizin kalbi yumruk kadar sonuçta, içine at at bir yere kadar.
En derin sevgilerimle,
Seda Çağlayan