Derinliğinizi kaybettiğinizi hissettiğiniz zamanlarınız oluyor mu hiç? Hani böyle hiçbir konunun detayına giremediğiniz, bazen girebilecekken girmek istemediğinizden bazen de isteseniz de o konuda hiçbir fikir yürütemeyecek kadar kendinizi boş hissettiğiniz zamanlar. Biraz sıkıcı biraz da rahatlatıcı zamanlar.
Bilinçaltı seni senden çok düşünür
Herhalde insanın bilinçaltı kendini stand-by’a alıyor. Bilincin hissettiği ve ısrarla üzerine gittiği yorgunluklardan, mücadelelerden kendini korumanın bir yolu belki de. Kalan enerjinizi ve aklınızı saçma sapan işlere yormamanız için bilinçaltı sizi kilitliyor. Kendimle ilgili böyle çıkarımlarım var.
Bir süre devam ediyor bu şekilde. Gerçekten, normalde üzerine fasikül fasikül konuşabileceğim konularda canım bir dakika kafa yormak ya da bir kelime etmek istemiyor. Benim gibi geveze bir insan için alışılmışın dışında bir sükûnet dönemi başlıyor.
Birinin bir konuda artık konuşmak istememesi pek de hayra alamet değil. Cıvıl cıvıl cıvıldarken dut yemiş bülbüle dönmesi çok da tatlı bir manzara değil. Dinlendirici olduğu kadar üzücü de bir dönem aslında.
İnsan kendini epey boş hissediyor. Aklı bir konuya takılı yaşamaya alışmış biri için ilginç bir durum. Birlikte yaşamaya alıştığınız bir durumun tam tersine hareket ediyor iç dünyanız.
Motivasyon
Boşuna olmuyor elbette bunlar. Belirli bir sürenin sonunda artık kendinizi piliniz bitmiş hissediyorsunuz. Takıldığınız konu her ne ise onunla ilgili bir gelecek umudu olmaması aslında insanı bu noktaya getiriyor. Umut en büyük motivasyon. Motivasyon insanın en büyük enerji kaynağı. Bunlar olmayınca genellikle yükseklerde olan pozitif düşünce sistemi çöküyor.
Sığ zamanlar
Peki, buradan nasıl çıkılıyor? Nasıl tekrar Polyanna olunuyor? Ya da olunuyor mu?
Bilmiyorum gerçekten. Olunuyordur herhalde ama itici bir kuvvet lazım, buna eminim. Çünkü bu noktaya gelindiğinde o kişisel gelişim şeylerinde yüksek sesle söylenen “Ben şöyle güçlüyüm, ben böyle mükemmelim, dünyayı bir rovaşatayla ters döndürecek güce sahibim”ler falan artık işe yaramıyor. Daha gerçek bir şeyler gerekiyor. Kendi kendinizi gaza getirmek de bir yere kadar. İşte böyle böyle düşünmemeye başlıyorsunuz. Düşünmedikçe sığlaşıyorsunuz. Sığlaştıkça daha az konuşuyorsunuz.
Bunun adı nedir bilmiyorum. Depresyon diye yapıştırmayın. O değil.
O kadar basit olsaydı keşke.
Sevgilerimle,
Seda Çağlayan
Of, bazen en sevdiğim ruh hali ama bu benim. Asla depresyon değil, bir süre su yüzünde salınma gibi bence, kelimeleri unutur, sürekli eşelemeye çalıştığın herşeyin silüetinin kaybolduğunu gevşemiş şekilde izlersin. Bir nevi overdose hali. Tamamlandıktan sonra da açsındır ve dört elle sarılırsın küçük sıradan hayatına.
Harika bi yazı.
BeğenBeğen